Radyo Pirsultanlar
  AŞIK İhsani
 
Yeni Sayfa 1
 
İHSANİ SIRLIOGLU

 
AŞIK İHSANİ'YLE SÖYLEŞİ(Ayhan Aydın)




Geçmişten günümüze Anadolu Halk Kültürünün yaratılmasında en büyük yükü omuzlamış insanlardan olan Halk Ozanları; yüzyıllar boyu her türlü zorluğa ve baskıya karşın bu köklü geleneği, bu onurlu yolu sürdürmeye devam etmektedirler.
Tanrı'yı insanda gören, insan incitmeyi en büyük suç sayan, her türlü insanlık dışı davranışa, haksızlığa, baskıya, zulme karşı çıkan ozanlar, dünyanın her yerinde aynı duyarlılığı taşır. Anadolu'da da farklı kökenlerden olsalar da gerçek halk ozanları insanca duyarlılığı hep yaşatmışlardır.
Anadolu'da Pir Sultanlardan gelen yiğit bir ozanlık damarı ve geleneği vardır. Nesimiler, Viraniler, Kul Himmetler, Hatayiler söyledikleri şiirlerle aynı zamanda Alevi/Bektaşi inanç ve kültürünün de kökleşmesini, yayılmasını, yaşatılmasını sağlamışlardır. İstisnasız tüm Alevi ozanlar bu büyük inanç ve kültürün dedeler, babalar ve bilge kişilerle beraber en önemli taşıyıcıları olmuşlardır, tarih boyunca. Alevilik, Alevi halk ozanlarının şiirleri, yaşamları, düşünce dünyaları tam incelenmeden tanımlanamaz, açıklanamaz. Bu felsefenin derinlikleri, inanç özellikleri, düşünce boyutları halk ozanlarının paha biçilemez eserlerinde saklıdır. Deyişler, düvazlar sadece güzel edebi metinler olmayıp; bu şiirler altında çok ama çok önemli kültür ve inanç sembolleri gizlidir. Ama bugüne kadar Anadolu, Türk ve Alevi Bektaşi İnanç ve Halk kültürünün temeli olan ozanlarımızın şiirleri tam anlamıyla incelenmemiştir. Bu konudaki derli toplu halkbilimsel araştırmalar sınırlıdır. Aynı şekilde Cumhuriyet dönemi ve günümüzde bu köklü geleneği sürdürme uğraş vermiş / veren ozanların ve Alevi Halk Ozanlığı geleneğiyle ilgili sistemli çalışmalar ya yoktur ya da çok azdır.
Alevi Bektaşi kurum ve kuruluşlarının yapması gereken ana çalışmalardan birisi de aslında bu konu olmalıdır. Zaten devletin bu konuda ciddi bir çalışma yapmadığı ortadadır.
Günümüzde hala bu büyük geleneği sürdüren ozanların varlığı inkar edilemez bir gerçektir. Bugün de yine aynı felsefeyi onların eserlerinde görmek mümkündür. Günümüzde birçok halk ozanı; Yunusların, Pir Sultanlar'ın yolunu sürdürmeye çalışmaktadırlar. Şimdiye kadar sürekli ihmal edilmiş bu değerli insanların fıkirlerinin derlenmesi bir zorunluluk, bir borçtur... Bu nedenle yaşayan Alevi Halk Ozanlarının görüşlerini söyleşilerle almak; oluşturdukları en son eserleri derlemek, Aleviliğin günümüzdeki sözlü geleneksel ürünlerini belgelemek, gelecek kuşaklara aktarmak bakımından son derece önemlidir.
Bu düşünceden yola çıkarak, son 6 yıldaki çalışmalarımda bu konuya da ağırlık vererek; birçok halk ozanımızla söyleşi yaptım, yapmaya devam ediyorum; Bugün kendisine halk ozanı diyen/denilen, bu geleneği sürdüren/ sürdürdüğü söylenen kişilerin duygu, düşünce dünyalarına inmek gerekiyordu. Bu insanlar şu anda ne haldedirler, Alevilik/Bektaşilik, din, inanç, ozanlık, çevre, yaşam, ölüm, Türkiye, değişen değerler hakkında neler düşünüyorlar? Bu soruların yanıtlarını kısmen de olsa almak maksadıyla elli halk ozanımızla söyleşiler yaptım. Yapmaya da devam ediyorum. Bu çalışmamı kitap halinde de yayınlamak düşüncesindeyim. Bu çerçevedeki çalışmalarım içinde; Türkiye'de bu köklü geleneği sürdürmeye çalışan Aşık İhsani'yle yaptığım söyleşiyi sizlerle paylaşmak istedim. Umarım bu çalışmalar yararlı olur.

Türkiye'de halk ozanı denince ilk akla gelen isimlerden birisiniz. Birçok kitabınız yayınlandı, sizinle birçok kez röportajlar yapıldı. Fakat ben yine de sizden yayınlanacak kitapta kalıcı olması için yaşam öykünüzü yine sizin ağzınızdan ayrıntılarıyla almak isterim.
Türkiye'de sosyalist harekette yer almış bir ozanımızsınız, niçin sosyalizmi seçtiniz? Kendinizi niçin sosyalizme yakın buldunuz da türlü zorluklara karşın bu düşünceyi hala savunuyorsunuz? Türkiye'nin yönetimden kaynaklanan sorunlarını şiirlerinizle, eylemlerinizle çok çarpıcı şekilde yansıtmaya, dile getirmeye çalıştınız. Sizce temel sorun neydi ve nedir?

Babam Diyarbakır 'da öldügünde ben 3 yaşındaydım..Dul ve yoksul anamın boynuna bir hükümlüye takılan zincirler gibi takılakalmışım. Diyarbakır'da o ara kıtlık da vardı. Kim / kimsesizlik, yok / yokluk... Anamın belini boynunu bir iyice bükmüştü... Buna karşın anam zaman zaman, Muş / Varto'lu Seyit Mehmet Baba'nın kızı olduğunu söyler söyler övünürdü...
Altı yaşıma basmıştım. Anamın kendisi şöyle dursun, beni bile besleyemiyordu. Bu nedenle açlıktan ölmeyim diye beni bilmediğim köylere, adamlara gönderdiydi.İşte bu nedenle, çok istediğim halde okula gidemedim.
Günler, aylar, yıllar geçip gidiyordu. Çalışıyor, eziliyor, büyüyordum. Çalıştığım köyler, adamlar Alevi değildi. 17 yaşıma basmıştım. Erzurum'da benim gibi birini tanıdım. Adana'ya gidecekti. Atladık trene vardık Adana'ya. İş miş aradık hak getire... İş bulamayınca Mersin'den bir vapura atlayıp İzmir'e İstanbul'a vardık.. ve... Büyükçekmece / Mimarsinan Köyü'nde bir iş bulup çalıştık. İki yıl yer altından kömür kazıp çıkardık. Maden ocağı kapanınca İstanbul / Topkapı dışındaki kara lastik fabrikalarında çalıştım. Bu arada beni askere alıp, Erzurum'a gönderdiler.
Askerlik dönüşü elime bir saz geçirip tellerine vurdum... vurdum... şiirciklerimi oluşturdum.
Diyarbakır'da on dolayında Alevi köyü vardı. Halen de var. Dedeler gelir saz çalar söyler giderlerdi. Dede olayını çocukluğumda duymuş, görmüştüm.
Yaşadığım çeşitli olumsuzluklardan dolayı sazı tek başıma çaldım. Çaldım, çaldım az da olsa birşeyler öğrendim. Kendimi Anadolu deryasına attım. Dolaştım çaldım, dolaştım. Bir ara yolum Ege'ye, Manisa'ya düştü. Ünlü Manisa Tarzanı'yla tanışıp yanında bir ay kadar kaldıktan sonra Uşak'a vardım. Saza sarılırken kafamızda Güllüşah adlı bir kız adı katılmıştı. Ona aşıkmışım gibi türkülerimi onun adına yapıyordum. Onun adını söylüyordum. Uşak'ta birkaç gün kaldım. Bir ara mahpusane müdürü aldı beni evine götürdü. Bir iyice karnımı doyurduktan sonra, sana Güllüşah kızı bulduk, dedi. Kızı aldı bana gösterdi. Kız güzeldi ama kafamdaki Güllüşah'a benzemiyordu. Baskı yapıldı. Kızı nikahlayıp hemen saz öğrettim ve.. Güllüşah adını ona verdim, Anadolu'ya attık kendimizi. Yıl 1957 idi. Olduk Aşık İhsani ve Güllüşah. Halk hemen bizi tuttu, ilgi üstüne ilgi gösterdiler...
Bunu duyan, Kerem ile Aslı, Leyla ile Mecnun, Tahir ile Zühre kitaplarını çıkaran kitapçılar bizi, geldi aldı ve ilk ilk kitabımız çıktı, Aşık İhsani ve Güllüşah.....
1958'de Ankara Radyosu, Yurttan Sesler şefi Muzaffer Sarısözen bizi de programa aldı. Çarşamba günleri Güllüşah'la karşılıklı saz çalıp türküler söyleyince halkın ilgisini daha çok çektik.
Bu arada Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes ile tanıştırıldık. Uzun zaman gürüştük. Onlara şu türküyü söyledik:

 

Hey ağalar bahtiyarız mesuduz

 
Evvelallah sonra Demokrat Parti

 
Her köşesi cennet oldu yurdumuz

 
Evvelallah sonra Demokrat Parti

 
Nice istasyonlar nice garajlar

 
Nice fabrikalar nice barajlar

 
Yapıldı düz oldu keskin virajlar

 
Evvelallah sonra Demokrat Parti

Sırılsıklam cahildik. Ama sazımızı türkülerimizi sürdürüyorduk.
27 Mayıs 1960 darbesi yapıldı, askerler geldi, kaldı. Bir ara Ankara Radyosu'nun üst katında, üçüncü Tiyatro salonunda, Türk Ocakları'nın 51. Yıldönümü töreni yapıldı. 27 Mayıs'ın Başbakanı Fahri Özdilek ve kordiplaması (büyükelçiler, konsoloslar) ve ötekiler vardı. Sanatçılar geç kalınca beni aradı buldu.Sahneye çıkardılar. Saçım sırtımı, sakalım göğsümü dövüyordu. Kendime öz bir biçimde bir urba giyiniktim, ayakta saz çalıyordum o zaman. İlk, yeni yaptığım türkümle girdim;


 
Nedendir be koca Tanrı

 
Ben ölüyom sen ölmüyon

 
Dünya oluştu olalı

 
Ben ölüyom sen ölmüyon

 
Anlamak isterim önce

 
Bunlar doğru mudur sence

 
Vaktim saatim gelince

 
Ben ölüyom sen ölmüyon

 
Neden benim malım yoktur

 
Senin mülkün benden çoktur

 
Üstelikte adın haktır

 
Ben ölüyom sen ölmüyon

 
İhsani'yem için için

 
Bak şimdi anladım niçin

 
Allahsız olduğum için

 
Ben ölüyom sen ölmüyon

Der demez, Başbakan ayağa kalktı ve tüm gücüyle bağırdı: "atın şu komünisti oradan .." Tabii kor diploması şaşkın .. ne olduğunu öğrenmeye çalışırken ben karakolda ...
Yaklaşık bir yıl sonraydı. Türkiye'nin dışırıya tanıtılması için kısa metrajlı bir film yapılacaktı. Filmin yapımı Fransızlar'a verilmişti. Yönetmen beni, Güllüşah, küçük oğlumuz Garip'i aldı, Ürgüp Peribacalarına gidildi. Film yapıldı.Ve.. bu film Avrupa'da beş ödül aldı.
1962'de milletvekilleri maaşlarını artırmaya kalkıştı. Duyunca hemen yanıma birkaç halk ve halk ozanını aldım, parlementonun içine kadar gidip protesto ettik, maaşları geri aldırdık..
Bu arada Belçika Kültür Bakanı Türkiye'ye geldi. Kültür Bakanımızla görüşürken oradaydım ve kendisini bizim fakirhaneye davet ettim. Ertesi günü akşamı 25 kişi çıktı yemeğe geldiler... Bakanın adı Artur Olot'tu. Adam ülkesine gidince ünlü dergilerdinde şu başlıkları okuduk; "Türkiye'de üç şey ilgimi çekti. Bir, her kesimin 'e sarıldığını, 2. Parlementoda eski Cumhurbaşkanı Celal Bayar'a af teraneleri. 3. Saçı sakalı gibi up / uzun görüşlü Aşık İhsani... "
Bir ara birileri, İngiliz Parlementosu'nu yıkan Mendy isimli bir fahişeyi getirdi, Hilton Oteli'ne koydu o.luğu açtı. Haber aldım ki, bizim milletvekileri kız için sıraya girmiş, parlemento bomboş kalmış. Başbakan İsmet Paşa'ydı. Hemen birkaç pankart hazırladım, eşimi çoçuğumu da aldım doğru Hilton'un önüne gittim "Defol evine, mevine" diye protestomuza başladık. Ertesi gün basın yazınca Mendy uçtu.
Türkiye İşçi Partisi kurulmuştu. İşçim, köylüm, açlık.. falan diyorlardı. Ben de bunları şiire döktüm. İlk yazdığım devrimci şiirim şu oldu; "Korkuyorlar, korkacaklar, korksunlar / Geliyoruz, geleceğiz, yakındır" ve öteki devrimci şiirlerim peş peşe oluştu.
Bu şiirleri yazarken cehaletim sürüyordu, ama yazıyordum. Bıçak kemikte... Nazlı.. Ağasız dünya...... derken "Ağalı Dünya" adlı kitabım çıktı. Ve eski dostlar düşman oldu, yeni dostlar edindim.
Çetin Altan Milliyet'teydi. Birkaç şiirimi almış yayınlamıştı. Ağalı Dünya durmadan bitiyor, ben durmadan matbaalara gidiyor yenisini çıkarıyordum. Böylesi bir günde, hanım şairlerden Sennur Sezer beni aldı İstanbul dışına çıkardı. Geziyorduk. Sennur bir ara, bak İhsani, Çetin Altan burada oturuyor. Gel istersen gidelim, dedi. Akşamdı. Vardık. Çetin rakı içiyordu. Bir kadeh bana da verdi ve "haydi sıhhatine" derken ben kadehimi az aşağı indirip tokuşturunca Çetin atıldı "kimsin ulan, Sovyetler Birliği'nden gelmişsin değil mi, bizi denetlemeye geldin, hadi konuş... " Çetin Altan sonraları benim için çok yazdı.
Yazdıklarım görülmemiş şiirlerdi. Edebiyat piyasası alak-bullak olmuştu. Cahil, köyden gelmiş, okul yüzü görmemiş birinin bu şiirleri, Ağalı Dünya'yı yazdığına inanmadılar. Yüzüme karşı, bu şiirleri, "kitabı sana Sovyetler Birliği'nden gönderdiler", deyip deyip duruyorlardı. Böylesini hiç görmemişlerdi. Hele bir halk ozanınından hiç....
Galata Köprüsü'nde Ağalı Dünya'yı yüz kuruşa satıyorduk. Bir akşam üstü kadının biri yanıma yaklaştı; "Pertev Naili Hoca seninle görüşmek istiyor" deyince tası tarağı toplayıp yola çıktık. Pertev Naili Hoca adını, Anadolu'da öğretmenlerden duymuştum. Türkiye'nin tek "halkçılık kürsüsü" profesörüydü. Vardık ki ne görelim, tüm edebiyatçılar tıklım tıklım salonu doldurmuş, Hoca'yı ortalarına almışlardı. Hoca'nın elini öptük. Sonra da Hoca, İhsani, bize bir iki türkü söyler misin, deyince saza sarıldım, başladım söylemeye... Türkünün bitiminde, Pertev Hoca edebiyatçılara döndü, evet İhsani bir halk ozanıdır, der demez ordakilerin tümü birden "ooh" dedi, rahatladılar.
Evet. Benim gibi cahil birinin görülmemiş bir biçimde devrimci kitap ve şiirler yazmasına inanmak istemiyorlardı. Bu nedenle Halkçılık kürsüsü profesörü Pertev Naili Boratav'ı Paris'ten getirdi. Benim Sovyetler Birliği'nden mi geldiğimi yoksa normal bir halk ozanı mı olduğumu öğrenmek istediler... Bunların tüm belgeleri bendedir.
1960'tan 1977'ye kadar bana pasaport vermediler. Ecevit o zamanlar başbakan ve dostum olduğu halde bana pasaport verilmedi.1977'lerde bir yolunu bulup Almanya'ya attım kendimi.Halk geceleri ve televizyonlara çıktım. Bu arada Belçika ve öteki ülkeler de bana el uzattı, halk gecelerine ve televizyonlara çıkardılar beni... O ara Avrupa'dan üç de şiir ödülü aldım.
İlk okuduğum kitap Fuzuli'nin "Saadete Ermişlerin Bahçesi" isimli kitabıdır. Bugüne kadar 24 kitabım yayınlandı. İkisi yabancı dillere çevrildi. Ağalı Dünya ve Beyaz Köle. Taşplak, 45'lık plak, Longplay ve kasetlerim epey çıktı. Longpleylerimden biri ABD'de biri de, SSCB'de çıktı.

Eşitlik, özgürlük, tam bağımsızlık, laiklik, demokrasi, hakça bölüşüm diyorsunuz her konuşmanızda, eserlerinizde. Bu kavramlar için Türkiye'de bu kavramları savunduğunu iddia edenlerin gerekli mücadele verdiğine inanıyor musunuz?

Hayır. İnanmıyorum. Herkes üzerine düşen görevi yapmış olsa sorunlar daha da azalacaktır. Zaten temel sorun da orada yatıyor zaten.

Halk ozanı kimdir, halk ozanlığı nedir?

Halk ozanı halkın yanında olandır. Yani halkın görmeyen gözü, duymayan kulağı, söylemeyen dilidir. Yani halk bir derya, halk ozanı bir balıktır. Dahası, halk kır çiçekleri, halk ozanı bir arıdır. Bir de şöyle diyelim halk ozanı, derin ve karanlık kuyulara atılan halkını kartal pençeleriyle çıkarıp apaydınlığa götürendir. Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini belasını sevincini söyletmek için ozanını yaratmıştır. Halk varoldukça ozanı da olacaktır.

Alevilik Bektaşilik için neler söyleyeceksiniz?

Alevilik vazgeçilmez bir güzelliktir, sevgidir, barıştır, dostluktur, kardeşliktir ve de zengin bir kültürdür.
Çocukluğumdan bugüne yüce Alevi halkının itildiğini, kovulduğunu, dövüldüğünü, öldürüldüğünü, yakıldığını hep duydum, gördüm. Hükümetler bu yezitliğin, bu işkenceceliğin.. bu yobaz faşist kırıntılarının yaptığı katliama "dur" demediler. Üstelik göz yumdular yıkılasıcalar.
Yüce Alevilik oluştu oluşalı hep öyle oldu. İşte, tarihlere beyinlere kapkara bir leke olarak giren Kerbela.Kana doymayan yezit kırıntıları daha sonra katliamlarına devam ettiler. Kedinin ciğere yetişemediği gibi yüce Aleviliğin kültür hazinesini yaratan şairlere, yazarlara ve Ali'yi sevenlere murdardır deyip, çivili sopalarla, satırlarla, ateşlerle saldırdılar. Bu yezit faşist kırıntıları, yüce Alevilik mertebesini, sırılsıklam cahil kalıp yetişemediklerinden, murdar dediler.
Biz ne yaptık? Yapabildiklerimizi yaptık. İhanetlerini, yezitliklerini, katliamlarını saza söze döküp, beyinlere, tarihlere, işledik. Başka ne yapabilirdik ki; onların hükümeti, onların polisi, jandarması olunca.
İmam Ali, İranlıların abarttıkları gibi, durmadan savaşan, kan döken bir katil değildir.İmam Ali iyilik, kültür sever bir bilim adamıdır. Sürekli halktan, haktan yana çıktığı için ona (hak) denilmiş.Bir beyin hazinesidir. İşte size Ali'nin bir deyimi, "her şey bir şeydir, cahil hiçbir şeydir.. " Bu söz İmam Ali'nin kim olduğunu göstermiyor mu?
Halk ozanının okulu yoktur. Halk, derdini-belasını, söyletmek için halk ozanını yaratmış, içinden çıkarıp önüne katmıştır.
Halk ozanı halkın duyan kulağı, gören gözü, söyleyen dilidir. Halk bir derya, halk ozanı balıktır. Yani, halk kır çiçekleri, halk ozanı arıdır. Türkiye'de halk ozanının özgürlüğü yoktur. Geçmişteki halk ozanlarıda şiirleri yazmış, gizlemiştir. Sonraları elden ele okunmuş, bana kadar gelmiştir. İşte, büyük Alevilik Kültürü'nü yaratan bu şairlerdir.


 
UTAN TANRIM

 
KENDİ KULUNDAN UTAN
 

 
Şu kullar sultanın kulu diyorlar

 
Utan Tanrım kendi kulundan utan

 
Etli-sütlü yiyip atlas giyiyorlar

 
Utan Tanrım kendi kulundan utan

 
Fakire cehennem zengine cennet

 
Beşerin başına sarmışsın cinnet

 
Kula kul olanda sana ne minnet

 
Utan tanrım kendi kulundan utan.

 
Bu sözü burada Ademi söyler

 
Sanmaki seninle yarenlik eyler

 
Dünyayı bölüşmüş paşalar beyler

 
Utan tanrım kendi kulundan utan.

 
*****


 
Türkiye'nin tek kültürü Alevi Kültürü'dür. Çünkü, davul zurna Pakistan'dan, ut, darbuka, cümbüş Araplar'dan, gitar İspanya'dan, keman İtalya'dan... Ötekiler şurdan burdan geldi Türkiye'ye. Alevilik ise bir yoldur. Kültür yolu hazinesidir. Ve de erişilmez, bu topraklara özgü bir kültürdür. 1979'da, Türkiye'ye göre dünyanın dibi olan Avusturalya Kıtası'na gittiydim, çağrılmıştım. Baktım ki ne göreyim. Bir parça ekmek karşılığı, Alevi halkı Avusturalya'ya da gitmiş.

 
Ekmek Leyla oldu bre dostlarım

 
Mecnun oldum ardı sıra gezerim
 
Dostlara hasret türküleri söyledim. Sonra da dertlerini belalarını hasretlerini, oturup bir kitap yazdım; "Beyaz Köle" yi yazarken Pülümürlü Hıdır geldi, sordum: "Buraya geldiğinde ilk işin ne oldu?", "Ölü babamı aramak oldu. " dedi. "Anlamadım" deyince yeniden girdi: "Ben çocukken, köyde babam öldüğünde, komşular ağız birlik, babamın öte dünyaya vardığını dedilerdi. Ee burası dünyanın ötesi olduğuna göre babamı neden aramayak ki. " İşte yüce Aleviliğin yeni bir kültürel yanı daha: Bektaşi mizahı... Bu olayı Cumhuriyet, ve başka gazeteler de yazdı. Avustralya'nın, Türkiye'ye göre dünyanın dibi olduğunu anlatan harika bir deyim. Aleviliğin bir dehasıdır bu.

Türkiye'de halk ozanlarının temel sorunları nelerdir?

Halk ozanı ekonomik gücü ve özgürlüğü olmayan bir kültür adamıdır.

En çok sevdiğiniz, beraber olduğunuz, dost olduğunuz diğer ozanlar, yazarlar kimlerdir?

Halkının sömürülmesine karşı çıkan tüm ozanları, yazarları, çizerleri seviyorum.

Geçmişe baktığınız zaman, bir halk ozanı olarak sosyalist hareketteki yerinizi bize bugün tarafsız olarak değerlendirebilir misiniz? Günümüzdeki durum nedir, siz neler yapıyorsunuz?

Bugün genç olsam yeniden Demokratik Sosyalizmin gelişmesine katkıda bulunurdum. Bu konuda mahpusluk kapıları yeniden bana açlsa bile. Türkiye halkının kurtuluşu bu sosyalizmdedir, bu kesin.

OZANIN KİTAPLARI :Aşık İhsani'nin Hayat Hikayesi ve Şiirleri (1960); Ağalı Dünya (1964); Yazacağım (1966); Bakalım Hele (1967); Ozan Dolu Anadolu (gezi, 1974); Vur Ağanın Başına (1975); Beyaz Köle (1985), Düş Değil Bu (2000)



 
BİLMECE
 

 
Tam otuz keredir evlendim, bana

 
Her gelen kız, giden dulu arattı,

 
Genç aldım, yaşlıyı boşadım yine

 
Her gelen kız, giden dulu arattı.

 
İstemem geleni göklerden inse

 
Bayramlar ederim gidenim dönse

 
Talihim mi böyle bilmem nedense

 
Her gelen kız, giden dulu arattı.

 
Tersine gelene yoldaş oldum ben

 
Gelen güzel, gelen taze, gelen şen

 
Gelen ömür fakat bunlara rağmen

 
Her gelen kız, giden dulu arattı.

 
İhsaniyem fazla gelmişken dünkü

 
Yetmez gibi çıktı geldi bugünkü

 
İstemem bir daha gelmesin çünkü

 
Her gelen kız giden dulu arattı.

 
(Her gelen kız yeni yıldır / giden de eski yazılar)

 

 
GELİYOR
 

 
Geliyor heyyy bire dostlar geliyor

 
Koca halkım kalka kalka geliyor

 
Yıkılası zorbalığın üstüne

 
Her bir yandan aka aka geliyor

 
Yivli hançer gibi sıyrılmış kından

 
Ne ölüm korkusu ne de bir zından

 
Ortaçağın kahpe karanlığından

 
Kurun gibi çıka çıka geliyor

 
Poyraz yemiş sarı siyah yüzüyle

 
Her cümlesi küfür dolu sözüyle

 
Çanağından çıkmış iki gözüyle

 
Aç toprağa baka baka geliyor

 
Köylüsü kentlisi ederek toyu*

 
Bir elinde kitap birinde oyu

 
Kendisinden olmayanı yol boyu

 
Ateşleyip yaka yaka geliyor

 
Vakti gelmiş durmaz olmuş yuvada

 
Bir ayağı dağda biri ovada

 
Sağları rüzgarda eli havada

 
Yumruğunu sıka sıka geliyor

 
* Toy düğün anlamına gelir

 

 
YETİŞİN
 

 
Yetişin heyy arkadaşlar yetişin

 
Memleketi zulüm aldı yetişin

 
Zulmun arkasına geçen deyyuslar

 
Tepemizde fazla kaldı yetişin

 
Politik cambazlar sarıldı dine

 
Derviş Vahdetiler hortladı yine

 
Demokrasi denen yerin dibine

 
Faşizm kökünü saldı yetişin

 
Güveni müveni kalmadı canın

 
Haddi-hesabı yok dökülen kanın

 
İktidar partisi anayasanın

 
Kitabını yere çaldı yetişin

 
Ayaklar altında çiğnendi haklar

 
Sorumlu kürsüde gerçeği saklar

 
Arpası irice gelen uşaklar

 
Birer kuduz köpek oldu yetişin

 

 
NAMAZ KALDI
 

 
Mehmet askariden aylık alıyor

 
Altı nüfus, ve kirada kalıyor

 
Mehmet ya evliya, ya ad çalıyor

 
Çiftetelli oynamaya az kaldı

 
Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 
Tok olanlar yedi, daha tok oldu

 
Hırsız daha hırsız, dönek çok oldu

 
Orta direk vardı, tümden yok oldu

 
Çiftetelli oynamaya az kaldı

 
Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 
Muhalefet geri-meri esiyor

 
İktidar-miktidar hava basıyor

 
Borçlar gırtlağa dayandı kesiyor

 
Çiftetelli oynamaya az kaldı

 
Her şeye zam geldi bir namaz kaldı

 

 
Sivaslı küçük bir kızın dramı. (Ödül aldı)
 

 
Anam Gül komuş adımı

 
Hani neden gülmüyom ben

 
Şu insanlar sanki diken

 
Bunu doğru bulmuyom ben

 
Sabah erkence kalkıyom

 
Uykusuz yola çıkıyom

 
Elin işine bakıyom

 
Bi dakka boş kalmıyom ben

 
Babam kız git çalış diyo

 
Anam buna alış diyo

 
Sonra da gel gülüş diyo

 
Çok istiyom ölmüyom ben

 
Ne bi yeni pabıç giyom

 
Ne bi lokma datlı yiyom

 
Kaç oldu hastayım diyom

 
Bi gün eyi olmuyom ben

 
Ne okuyom ne yazıyom

 
Ne oynuyom ne geziyom

 
Bazı herkese kızıyom

 
Ne olacam bilmiyom ben

 

 
DÜŞ MÜ
 

 
Dün gece düşümde gördüm dostlarım

 
Dersimliler birden bire yürüdü

 
Kimi eşeğini kimi kazını

 
Tepe bayır süre süre yürüdü

 
Kiminin sıkılmış nasırlı eli

 
Kiminin kimine dayalı beli

 
Afyon’dan Ağrı’dan bir insan seli

 
Kaya kaya dere dere yürüdü

 
Kiminin sırtında baltası çulu

 
Kiminin dağlara çevrili yolu

 
Samsunlu İzmirli tüm Anadolu

 
Bölge bölge sıra sıra yürüdü

 
Kimisi yaşlıca kimisi ergen

 
Kimi dev yapılı azimli girgen

 
Kiminin uyy babo elinde dirgen

 
Bıyığını bura bura yürüdü

 
Tok davul sesleri güm dedi yer yer

 
Herkesin alnında şapır şapır ter

 
Kiminin ağzında yeni bir haber

 
Ötekine vere vere yürüdü

 
Kimisi sarılı çıplak bir taya

 
Kimisi göğsünü eylemiş kaya

 
Koca halkım bir aydınlık bulmaya

 
Karanlığa vura vura yürüdü

 

 
BALTA
 

 
Odun kırıcıydı adı İlyas'tı

 
Yanaştım yanına yüzünü astı

 
İşin nasıl dedim bir küfür bastı

 
Arkasından baltasını biledi

 
Bana bak arkadaş dedim, dedi ne

 
Dedim sen bir vatandaşsın, dedi he

 
Dedim kanun var, dedi çekil be

 
Arkasından baltasını biledi

 
Dedim ilin nere senin, dedi Van

 
Dedim çoluk çocuk, dedi sekiz can

 
Dedim düzelecek, dedi ne zaman

 
Arkasından baltasını biledi

 
Dedim yoksulluğun ocağı söne

 
Açıldı gözleri atıldı öne

 
Dedim dur bakalım, dedi ne güne

 
Arkasından baltasını biledi

 

 
SAVAŞ ALANI
 

 
Vurulmuştu nefes nefes uyandı

 
Ölenlerden arta kalan tek candı

 
Çabaladı dizlerine ayandı

 
Kalktı kalktı kalktı çaresiz

 
İmkan bulsa uçacaktı yurduna

 
Yem olmadan dağ başının kurduna

 
Bir geleni varmış gibi ardına

 
Baktı baktı baktı çaresiz

 
Çömeldim yanına kaldık tek teke

 
Bir şeyler diyordu can çeke çeke

 
Aldığı yaradan kan leke leke

 
Aktı aktı aktı çaresiz

 
İçten bir titreme almıştı onu

 
Çıkmıyor kısıktı sesinin tonu

 
Akbabalar dönüyordu boynunu

 
Büktü büktü büktü çaresiz

 
Bırakmıştı elindeki işini

 
Yavrusunu yuvasını eşini

 
Varan Azrail'e karşı dişini

 
Sıktı sıktı sıktı çaresiz

 
Silahların parladığı o her an

 
Çukur çukur yanıyordu koca han

 
Böyle cinayetten insanlık çoktan

 
Bıktı bıktı bıktı çaresiz

 

 
SİVAS OLAYI
 

 
Bak ne etti Sivas bize

 
Yetiş İmam Alim yetiş

 
Kan göl oldu çıktı dize

 
Yüreğime doldu ateş

 
Hain yezit yıktı yaktı

 
Hükümet uzaktan baktı

 
Yeter insan kanı aktı

 
Yetiş İmam Alim yetiş

 
Yüreğime doldu ateş

 
Edibe Sulari çöktü

 
Akarsu boynunu büktü

 
Pirsultan göz yaşı döktü

 
Yetiş İmam Alim yetiş

 
Yüreğime doldu ateş

 
Eller gider iken aya

 
Biz düştük lanet belaya

 
Sivas döndü Kerbelaya

 
Yetiş İmam Alim yetiş

 
Yüreğime doldu ateş

 

 
TOPRAĞA NE EKTİYSEM
 

 
Ne ektiysem onu biçtim

 
Şu üç dönümlük tarlaya

 
Elma ektim pekmez içtim

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönüme sevgi ektim

 
Çevresine barış diktim

 
Kucaklar dolusu çektim

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönüme hızlı daldım

 
Bir yılda dört ürün aldım

 
Altın buldum elmas buldum

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönümü kırmızı nar

 
Biri pamuk biri pancar

 
Fındığım var zeytinim var

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönümü kara üzüm

 
Üzüm benim iki gözüm

 
Portakala güldü yüzüm

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönümü benim yurdum

 
Yurduma bir okul kurdum

 
Gül kokladım bal yoğurdum

 
Şu üç dönümlük tarladan

 
Bir dönüme yağmur verdim

 
Yağmura bol güneş serdim

 
Oğlanı kızı everdim

 
Şu üç dönümlük tarladan

 

 
ÇEKECEK
 

 
Memlekette gezinirken yitirdim

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 
Çekeceksiz ben kendimi bitirdim

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 
Zengin değil yoksula kötü baksın

 
Kitap değil onu faşistler yaksın

 
Aydın değil savcı mapusa tıksın

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 
Patron değil işçiye kazık atmaz

 
Ağa değil köylüyü alıp satmaz

 
Meclis değil enflasyonu yaratmaz

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 
Siyasetçi değil yalan söylemez

 
Öksüzün hakkını yemeyi bilmez

 
Devlet bankasını talan eylemez

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 
Pahalılık değil yürüsün öne

 
Hayalici değil köşeyi döne

 
Başbakan değildir balonu söne

 
Kim bulduysa versin çekeceğimi

 

 
YAZACAĞIM
 

 
Yazacağım, bu can tende

 
Durana dek yazacağım

 
Eşitsizlik zincirini

 
Kırana dek yazacağım!

 
Günüm çıkasıya dardan

 
Haber gelesiye yardan

 
Vurguncuyu şahdamarından

 
Vurana dek yazacağım

 
Ağalığın çöküşünü

 
Gür suların akışını,

 
Fakirliğin kalkışını

 
Görene dek yazacağım

 
Sorumluyum ben çağımdan

 
Düz ovamdan dik dağımdan

 
Sömürgeyi toprağımdan

 
Sürene dek yazacağım

 
Halkım uyanmasın diye

 
Gerçekler gizlenir niye

 
Anayasa'm raftan köye

 
Girene dek yazacağım
 

 
KAYNAK: Pir Sultan Abdal Kültür Sanat Dergisi - Sayı 43 / Mart-Nisan 2001 - Sayfa: 55 - 66
(Haydi Sazım,Balta, Taban Uyanıyor, Uyan,İstiyorum,Üç Kişi Bir Tabuttayız, işlediğin kusura bak,Geliyor,deha deha,çöktü ha çöktü,Bizim Eller, Türkiyelim,İlhan Erdost'a, yaşamak, Zindan,Bekle Beni,başlık parası, Biz Varız,zam, Öküzname,şiir zulüm)
 
 
  Bugün 4 ziyaretçi (6 klik) kişi burdaydı!  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol